Donnerstag, 21. Oktober 2010

dokunamadigin tenim

bir arzu efsanesi..

yol çizgilerine aldırmadan ilerlediğim bir gün
sana doğuyorum, sana!
aynı hat üzerinde milyonlarca ses
o seslerin pençesinde uyuşuyorum.
fakat
dudağın aşina iken dudağıma
ben kimsesiz yurdunda bir yabancı
susuyorum sana!
ve yediğim her toprakta artıyor bu susuzluğum.
ama ölmek için değil, 
bizim için uyuyorum.
ve bekliyorum.
bekliyorum ki iplerim çözülüversin senin ellerinden.
pürüzünü severdim ellerinin.
emeğine şerefe adamım..

gözüm yolda gelişlerine
duruluğun gözüm önünde

gözüm önünde yoklugun
ve mahremsiz bedenim daha aciz
sen yoksunlugunda.
değerine katman olan bir tabut
derinliğine aldırmadan susuşun.

beni terinin nemi boğsa keske.
aşındırıyor olsa kendini hala.
rutubet kokulu haliyle
bir kireç! bir kireç daha!

sen ki,
tenime değil ruhuma işlenmiş bir boya
özü gitmiş her fırça darbesinde.
dökülüyor sıvaları.
en kuytu köşesinde!

ve bekliyorum
beklyiorum ki azad edileyim bu ucurum kenarindan
seni seveceğim adamım..

ayağımın altında çıtırdayan kuru otlar
doyulmazlıklara gebedir her adımım

durdum..
durulur gibi oldum.

ve beklyiorum
beklyiorum ki bozulsun sessizligi bedenimin
cünkü,
cünkü çürük bir et yeşertmeyecek bizi.
saatlerim seni caliyor
günlerim sana doguyor
ve
utangaç bir batıma `merhaba` diyorken ayni günes,
kızarıryorken yanakları,

ve usulca  ufukta susarken derinden,
kanatıyor beni.

sayiklatiyor bana seni ... hala
cünkü..
cünkü ruhun aşinadir ruhuma
sana geldim adamım..


Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen